BİZ BU İŞİ BECEREMEDİK, BECEREMİYORUZ...
1.11.2008

 

En son söylenecek lafı en başta söyleyeyim de; sonra kimse hakkımda "Lafı döndürüp dolaştırıyor" diye tezvirat yapmasın:

Biz bu işi beceremiyoruz... Şu Gelibolu Tarihi Milli Park adı verilen mekanın yönetimini, böyle işlerin hakkından yüzünün akıyla gelmesini bilen birilerine bırakalım... Bu "birileri" Avustralyalılar mı olur, Kanadalılar mı, yoksa Almanlar mı? Belki de hepsi bir arada yürütürler... Açıkçası kimin olacağı da hiç umurumda değil... Yeter ki biz elimizi sürmeyelim de, yüzümüze gözümüze daha fazla bulaştırmayalım...
Neyi kastettiğimi anladınız umarım. Geçtiğimiz Ekim ayının son günlerinde, Arıburnu ile Conkbayırı arasındaki asfalt yolun genişletilmesi sırasında yol onarımı adı altında yaşanan vandallıktan söz ediyorum.
Karayollarının dozerleri, her adım başında bir askerin yattığı bölgeye, kristal mağazasına giren filler gibi girdi ve doğal tarihi alanın ve üzerindeki doğal örtünün canına okudu...

Bu manzarayı gören ve dehşete kapılan bazı dostlar hemen telefonla haber verdiler ve çektikleri resimleri bana yolladılar. Aynı anda birçok Avustralya gazetesi ve TV kanalı da olaydan haberdar edildi. Konuyla yakından ilgilenenler herkes birbirini aradı ve bilgi verdi. Avustralya Çanakkale Konsolosu hemen olay yerine gitti. Yanındaki insanlarla ortalığa çıkan kemikleri toplayıp bir çuvala doldurdu ve imza karşılığı Milli Parklar'ın görevlilerine teslim etti. Milli Park Müdürü de olaydan haberdar edilince makamından çıkıp yöreye gitmişti. Onun da eline bir çuval kemik tutuşturdular, o da aldı, bürosuna götürdü.

Konsolos sonra Çanakkale Valisi'ni aradı, durumu anlattı. Vali de hemen Milli Park Müdürü'nü aradı, işin aslını astarını sordu. Aynı gün, yerel gazeteler de haberi yayınlamışlardı zaten. Milli Park Müdürü, Vali'ye yol bakım-onarımı sırasında birkaç kemik bulunduğunu, bunların da kendilerinde muhafaza altında olduğunu anlatarak Vali'yi teskin etti. Sorumluluk alanında olmasına rağmen hiç haberdar olmadığı bu konuda Vali'yi yanıltmıştı.
Ancak durum Milli Park Müdürü'nün anlattığı ölçekte basit değildi. Yerel gazetecilerden biri, o günün gecesi kutlanan Cumhuriyet Balosu'nda Konsolos'un yaptıklarını öğrenmişti. Ertesi gün Milli Parklar'a gitti ve o çuvala doldurularak imza karşılığı teslim edilen kemiklerin resmini çekti ve ulusal ajanslara haberini geçti.

Vali, gazetelere ilk açıklamasında ismini vermediği birilerinin bu bölgede etrafı kazarak kemik çıkardığından sözetmiş ve soruşturma açtığını bildirmişti. Ancak, olay bu raddeye ulaşınca hepten öfkelendi. Avustralya ve Yeni Zelanda'dan 25 Nisan törenlerinin organizasyonu için gelen güvenlik uzmanlarını kabulünde gazetecilerin görev yapmasına da izin vermedi. Kimbilir, belki de gazetecilerden birinin yabancı uzmanlara "bu mesele hakkında ne düşündükleri" gibi münasebetsiz bir soru sorma ihtimalini göze alamamıştı... Yol onarımı durduruldu, dozerler stop etti. Şimdi herkes beklemede... Suların durulması bekleniyor.


İşte...
Yakından, birebir, içinde izleyerek yaşadığım bu birkaç günlük olay, yazımın en başında açıkladığım kanaate ulaşmamı sağladı... Artık ne dediğimden yüzde yüz eminim:
Biz, ülkemiz sınırları içinde sahip olduğumuz en önemli kutsal mekanımızı, yani, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nın yönetimini en kısa yoldan başkalarına bırakmalıyız...

Bunu bir nevi 'özelleştirme' sayıp, tıpkı daha önce özelleştirilen öteki önemli devlet kurumlarımız gibi, burayı da talip olan yabancılara bırakmalıyız. Artık bu yabancılar kim olur bilmem; umurumda da değil... Yeter ki, bu bölgeyi, yöreyi, üzerindeki tarihi, doğal ve kültürel zenginliği hak ettiği biçimde koruyacak, yönetecek birileri olsun. Örneğin; bundan üç yıl önce, yine benzer bir olayda, Anzak Koyu'na açılan yol olayında Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark konuyu dile getirmiş; "bölgenin 7 ülke temsilcisinin oluşturduğu bir konsorsiyumla, ya da bu ülkelerin bölgeyi birer yıllık dönüşümle yönetmelerini" teklif etmişti. O sıralarda hop oturup hop kalkmıştık öfkeden ama, teklif sahipleri bu kuru gürültüye pabuç bırakmadı ve sıkı bir notayla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni uyardılar.

Hatırlayacaksınız; o zamanlar henüz Dışişleri Bakanı olan günümüzün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sessiz sedasız yayınladığı bir genelgeyle derhal durdurmuştu olaya neden olan yol inşaatını... O yol hala yarım yamalak duruyor. Her geçen gün çöküyor ve tahrip oluyor, her yıl törenler öncesi bakıma alınması gerekiyor. Bu saçma iş için harcanan milyarlarca lirayı da biz TC vatandaşları ödüyoruz.

Şimdi durum şu merkezde:
Geçtiğimiz aylarda yörede yapılan asfalt onarımı sırasında yolun yükselen kot farkı, neden olduğu trafik kazaları yüzünden sorun yaratıyordu. Yolun iki yanındaki şarampolden yaklaşık 20-30 cm. yüksek kalan asfalt yolun darlığı, en son olarak İstanbul'dan asker ailelerini bölgeye getirmiş bir otobüsün devrilmesine neden oldu. Jandarma henüz kaza nedenini açıklamadı, ancak kazanın, otobüsün ön tekerleğinin bu kot farkı yüzünden şarampole düşmesinden meydana geldiği biliniyordu. Bu nedenle, kapalı kapılar ardında yolların genişletilmesi ve asfaltın kot farkının giderilmesine karar verildi. Ancak, Milli Parklar yönetiminin, bu işlem için ilgili kurullardan izin alması gerekiyordu. Bugün, izni verecek olan Anıtlar Kurulu, kendilerine hiçbir başvuru yapılmadığını açıkladı. Yapılacak işi kimseye danışmadan Karayolları'na havale eden Milli Parklar yönetimi de işi tamamen dozer operatörünün inisiyatifine bırakmıştı. Dolayısıyla Arıburnu'ndan Conkbayırı'na çıkan 4 km'lik yol, her iki taraftan üçer metre genişletilmeye başlandı. Böylece, hem önümüzdeki 18 Mart ve 25 Nisan törenlerinde, bölgeye son model makam araçları ve korumalarıyla teşrif edecek Ankaralı zevat trafiğe takılmayacak, hem de asfalt dökümü sırasında oluşan kot farkı giderilecekti...

Sözkonusu 4 km'lik yolu gözünüzde daha iyi canlandırmanız için şöyle söyleyeyim: Kabatepe limanına inerken önünüze çıkan kavşaktan sağa döndüğünüzde, dik bir rampayla 57. Alay Şehitliği önünden geçerek Conkbayırı'na kadar çıkan yol... Yani, Mustafa Kemal'in Ruşen Eşref'e anlatırken, "Karşılıklı siperler arası mesafe 8 metre, 10 metre... Yani ölüm muhakkak, muhakkak" diye tarif ettiği yerler... Yani, yolun çıkarken sağ tarafı Türk siperleri, sol tarafı ise Anzac siperleri...

Son birkaç günde yörede yoğun olarak yaşananlar olaylar bunlar... Benzeri beceriksizlik ve saçmalıklar ise yıllardır sürüp gidiyor. Örneğin; şu anda Nuri Yamut anıtının hemen yakınındaki tarihi savaş alanı düzlenerek bir şehitlik yapılıyor. Sakın, eskiden kalma bir şehit mezarlığı falan sanmayın; baştan aşağı göstermelik... Etrafını çeviren 1,5 metrelik duvarıyla adeta bir Meksika kasabasını andıran bu şehitliğin orijinal projeleri 1 (bir) dönüm üzerine yapılmışken, sırf müteahhidin kazanması için projenin Milli Parklar Genel Müdürü tarafından 10 dönüme çıkarıldığı iddia ediliyor. Tabii, acıklı olan bu işlere ödenen paraların miktarı değil, biz zengin ülkeyiz. Acıklı olan, bu alanda 1915'ten beri el değmeden kalmış bomba çukurlarının molozla doldurularak arazinin düzlenmesi... Batı ülkelerinde, bu tür işlere "vandallık" deniyor...

Bunca hikayeden sonra, umuyorum ki bana hak verecek ve artık internetten birbirinize yolladığınız o "Gelibolu'nun yönetimi Anzac'lara verilemez" mealindeki saçma powerpoint sunumlarını çöpe atacaksınız...
Bence, vatana, millete; daha da önemlisi bizlerin bu topraklarda yaşaması için orada toprağa karışmış atalarımızın hatırasına hürmette kusur etmemek için böyle yapmak zorundasınız...
Gerisi vicdanınıza kalmış...


Yetkin İŞCEN
gazeteci
www.gallipoli-1915.org